18 Mayıs 2015 Pazartesi

SAFRANBOLU, YAZIKÖY TARİHİ HAMAMI

  Hamam, Karabük ili Safranbolu ilçesinin 7 kilometre doğusunda bulunan Yazıköy'de bulunur.

  Yapının inşa tarihi ile ilgili  herhangi bir kitabe  ya da vakfiyesi bulunmadığından yapının ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Köy ahalisinin ifadelerine göre hamamın Rumlar'dan kaldığı düşünülüyor. 1925 yılında yapılan mübadele sonucu Safranbolu bölgesinde yaşayan birçok Rum buradaki yerlerini terk etmiştir. Yazıköy'de bunlardan birisidir. Bu nedenle yapı, 1925 öncesine tarihlendirilebilir. Hamamın soğukluk bölümüne girilen kemerli kapının eşiğinde mermerlerin üzerine  miladi 1973 yılı yazılmıştır. Yapının 1973 yılında onarıldığı anlaşılır. Köylüler de bu tarihlerde bir onarım geçirdiğini söylemektedir.
Yapının beden duvarları moloz taşla inşa edilmiş olup sıva ile dıştan kaplanmıştır. Yapının doğu bölümüne  sonralardan bir odunluk eklenmiş. Pirketlerle örülmüş olan odunluğun üzeri kiremitlerle, eğimli bir çatı şeklinde yapılmıştır. Fakat daha sonra muhtarlık tarafından yıktırılmıştır.  Yapı 2014 Mart ayına kadar kullanılmış olup günümüzde kullanılmamaktadır.

  Yapı; giriş, soğukluk, sıcaklık ve külhan bölümlerinden  oluşur. Hamam kuzey güney doğrultusunda eğimli bir yolda oluşturulmuştur. Kuzeydeki bir kapı ile giriş sağlanır. Giriş bölümüne merdivenle inilir. Yine sağdan üst kata doğru bir başka merdivenle çıkılır ve burada soyunma odaları bulunur. Giriş bölümünde bir havuz bulunur.girişin üstü cam ile örtülüdür. Girişin güneyinden kemerli bir kapı ile soğukluk bölümüne geçilir.

  Soğukluk bölümü kuzey güney doğrultusunda uzanan ince, dikdörtgen planlıdır. Üzeri beşiktonozla örtülüdür. Tonozun üzerinde delikler açılmıştır. Soğukluğun güneyinde tuvaletler bulunur. Doğu duvarında niş içerisinde bir kurna yer alır. Batısında ise 50 cm yüksekliğinde bir seki uzanır. Doğudaki kapı açıklığında ılıklık bölümüne geçilir.


   Ilıklık bölümü de kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Üzeri aynalı tonoz ile örtülü ve delikler burada de yer alır. Güney ve doğuda birer kurna yer alır. Doğu duvarında güneyinde bir kapı açıklığı ile bir oda yer alır beşiktonozla örtülüdür. Doğudan bir kapı açıklığı ile sıcaklık bölümüne geçilir.

  Sıcaklık bölümü kare planlıdır. Ortada sekizgen planlı bir göbek taşı bulunur. Doğu ve güneyde birer tane olmak üzere iki halveti bulunur. Her köşede ikişer tane olmak üzere sekiz adet kurna yer alır. Sıcaklık bölümü içten,sivri kemerli açıklığa sahip tromplar üzerine oturan,  5.50 m çapında bir kubbe ile örtülüdür. Dıştan sekizgen yüksek bir kasnak onun üzerinde de daha küçük boyutlu bir başka sekizgen kasnakla örtülüdür.















 


24 Mart 2015 Salı

İKONOKLAZMA

                       İKONOKLAZMA





GİRİŞ

  İkonoklazma 8.yy ilk çeyreğinden itibaren ortaya çıkıp 9.yy ortalarına kadar süre gelen bir dönemdir. Türkçe karşılığı tasvir kırıcılık olarak adlandırılan bu mevzu Bizans tarihinin en önemli meselelerinden biridir. Yaşanan olaylar ve etkileri sadece ortaya çıktığı dönemi değil öncesini ve sonrasını kapsamaktadır. Daha çok bu dönem olayları üzerinde duracak olsam da öncesi ve Bizans’ı bu sürece iten nedenleri de göz önünde bulunduracağım. 
  Hıristiyanlık uzun yıllar paganizmle mücadele etmiştir ancak onun adetlerinden arınamamıştır. Çeşitli tasvirlere saygı gösterme, mum ve tütsü yakma gibi çeşitli putperest adetler Hıristiyanlığa uyarlanmıştır. Ostrogorsky’nin belirttiği üzere, “Hıristiyan Bizans ne putperest sanatından ne de putperest hikmetinden nefret eder… Grek kültürü, bütün devreleri için onların fikir hayatlarının temeli olarak kalmıştır.” (ÇOBAN, Bekir Zahir, 2008, s.123 – 124)

  Bizans Hıristiyanlığın’ın ilk tasvirlerinin ortaya çıkışı olarak IV.yy Konstansinopolis’i gösterilebilir. Dolayısıyla ikona karşıtlığı da sadece III.Leon’a mal edilemez. Henüz Roma dönemi Hıristiyanlığın da bile tartışma konusu olan ikonaların, Konstantin başkentinde yaygınlaşmasıya anında benimsendiği düşünülemez. Çeşitli dönemlerde ikonalara karşı öfkenin oluştuğu, VI.yy’da Urfa ve ve Antakya da ikonaların tahrip edildiği bilinmektedir.


  İkonoklast düşüncenin temelini IV. Ökümenik konsile dayandırmak gerekir. Bu konsilden sonra ortaya çıkan monofizit inanç sistemi yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş ve ikonoklazmanın doğumuna sebebiyet vermiştir. VIII.yy’a kadar artçılarını gösteren bu düşünce İmparator Philippicos Bandares’le bir tehdit haline gelmiş ve III.Leon’un da açıkça destek verip yaptırımlar uygulamasıyla büyük bir depreme sebebiyet vermiştir. 


  Bizans dönemine ait en nezih sanatsal verilerin yok edildiği bu süreç kendi içinde de I. ve II. İkonoklazma dönemi olarak ayrılmıştır. II. İkonoklazma dönemininde III.Leon’un adaşı V.Leon tarafından gerçekleştirilmesi ilginçtir. Daha ilginç olanı ise bu iki imparatorun da doğu asıllı olmasıdır.[1] Monofizit inanç sistemi ve ikonoklazma ile Doğu’nun ilişkisi tartışılmazdır. Bulunduğumuz coğrafyanın hiç bitmeyen mevzusu Doğu – Batı ilişkisi Bizans’ta dahi süregelmiş ve kendini bu şekilde göstermiştir.
  İkonoklazma ne tek başına bir dinin meselesidir ne de sadece sanat tarihinin bir hüznü.. İkonoklazma içersinde kültürel, siyasi, dini ve ekonomik bir çok sebebin bulunduğu bir süreçtir. Bu süreç sonunda elbette ki birileri kazanmış, birileri kaybetmiştir. Toplumun hemen hemen her kesiminin bir fikir ortaya koyduğu ve en hassas olduğu konu üzerinden türetilmiş ve kendince haklı sebeplere oturtulmuş toplumsal bir dramdır. Tarafsız bir gözle bakıldığında “Bizans’ın ayıbı” olarak görülen bu mevzu aslında çok yanlış temeller üzerine oturtulmamış ve dönemin şartları içerisinde çokta haksız bir fikirmiş izlenimi vermemekte.  Az önce belirttiğim gibi monofizit düşünce temelinde oluşan bu süreç’in en haklı dayanağı Eski Ahit'teki On Emir'den ikincisidir.[2]



[1] III.Leon, Isauralı olarak tanınırdı, kökeni Kommagene bölgesinde ki eski Roma şehri Germenicia’ya  (Maraş) dayanıyordu. V.Leon ise Ermeni asıllıydı.
[2]Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/On_Emir, 21.03.15)




2.DİN VE DEVLET
  Bizans İmparatorluğun da ki temel çatışma unsuru bir sosyal statü unsurundan ziyade daha çok devlet ile kilise arasında gerçekleşmiş ve yüzyıllar boyunca bu çatışma durmak bilmeksizin devam etmiştir. Devlet uzun süre feodalleşmenin önünde durmakla beraber kilisenin yetkilerini ve sorumluluklarını sınırlandırmaya çalışmıştır. Bizansın temel iç meselesi Ortodoksluk ve yerel patriklerin ortaya attığı fikirler olagelmiştir. Bizans dönemi en önemli dini merkezler Roma, İstanbul, Antakya ve İskenderiye’dir. Bu bölgelerden çıkan patrikler her zaman bir rekabet içerisinde olmuş ve dini meselelerin siyasetin bir numaralı gündem maddesi olmasına neden olmuştur. Bu nedendir ki imparatorlar çoğu zaman dini bir kimliğe bürünmüş, bir taraf tutmuş ve hatta öğretiyle ilgili kararlar almıştır. İmparatorun emriyle Ekümenik Konsiller toplanış ve ruhbanların tek bir fikirde toplanması amacıyla yoğun çabalar harcanmıştır. İmparatorun hangi fikirden yana görüş bildireceğini inançtan çok inancın arkasında ki destek belirlemiştir.
 
  Patrikler arasında ki temel sorun İsa’nın doğasıyla ilgilidir. Tartışma IV. Ekümenik konsile dayandırılamaktadır. Bu konsilde İsa’nın çift doğalı olduğu yani tanrı ve insan özelliklerinin ayrı ayrı var olduğu fikri kabul edilmiştir. Bu görüş en büyük desteğini tartışmasız İmparator I.Justinianus’tan almış ve zamanla Ortodoks’luk mezhebine evrilmiştir. Antakya piskoposluğu bu fikre karşı çıkmış ve monofizit düşünceyi benimsemiştir. Bu görüş İsa’nın hem tanrı hemde insan formunun aynı anda tek bünyede topladığını savunur ve zaman zaman bazı İmparatorlar bu fikre destek verse de genellikle kendilerine karşı çıkılmış ve yoğun baskı altında kalmışlardır. Genel olarak Ortodoksluk; Balkanlar ve Batı Anadolu da, Monofizitlik; Doğu Anadolu (Ermenistan), Suriye ve Mısır’da yaygınlaşmıştır. 


                                İKONOKLAZMA



3.1 I.İKONOKLAZMA DÖNEMİ

   Altıncı yüzyıl ile yedinci yüzyılda imparatorluğun varlığını tehdit eden en önemli unsur yönetimdeki istikrarsızlık idi. Karanlık çağ diye adlandırılan bu dönemde Bizans mali ve askeri bakımdan çökmüş ve üstüne üstelik doğuda İranlılarla, kuzey ve kuzeybatıda Slavlar, Bulgarlar ve Avarlarla, batıda ise Roma’yı istila eden Lombardlarla sorunları vardı. (Levtchenko, 2007, 118 – 119)

   Araplarla mücadeleler sonucu Bizans Doğu topraklarının büyük bir bölümünü kaybetti. İmparatorluk makamının sahibi sürekli değişiyordu. Bunlara rağmen kilise hala güçlü ve zengin bir konumdaydı. Dolayısıyla bu durum kilisenin gücünü daha da arttırdı ve imparatorlar kiliseyle daha sert bir mücadeleye girmek durumunda kaldı. Böyle bir dönemde tahta çıkan III.Leon adını Bizans tarihine yazmak istedi ve bir çok başarısına rağmen en karanlık lekesi; İkonoklazma ile hatırlanıcaktı.

   İkonoklazmanın ilk belirtileri Ermeni asıllı Philippicos Bardanes döneminde ortaya çıktı. Daha öncesinde de ikona karşıtı monofizitler vardı ancak imparatordan korktukları için çok fazla ses çıkaramazlardı. Bardanes ise monofizitliğe meylediyordu ancak bunu olabildiğince gizlemeye çalışmıştı. VI. Ökümenik konsilin kararlarını reddetti ve bu konsili tasvir eden resimleri ve Milion Kapısında ki  yazılı levhayı kaldırttı. Papa Konstantinus buna büyük bir tepki gösterdi ve misilleme olarak Aziz Petrus Bazilikasının duvarlarına konsilleri betimleyen resimler yaptırdı. Bu Papa ve İmparator arasında ki ilk sürtüşme pek tabi ki değildi ancak ikona açısından yaklaşınca ikonoklazmanın kıvılcımları olarak kabullenildi. Neyse ki  713 yılında Bardanes tahtta on dokuz ay kaldıktan sonra askerleri tarafından gözleri çıkarılarak öldürüldü.

     Yine bir darbeyle son bulan kısa bir II.Anastasius döneminden sonra tahta III. Thedosius çıktı. III.Thedosius’la ilgili bizi ilgilendiren kısım Leon ile ilgilidir. İkonoklazmanın imparatoru Leon ilk olarak karşımıza bu dönemde çıkar. Anadolu’nun valisiyken Arap’larla kurduğu iyi ilişkilerin sonucunda kendisinde isyan edecek gücü buldu ve Konstantinopolis’i kuşattı. 717 yılında III.Thedosius, oğulları ve kendisinin hayatları garanti altına alınırsa tahtı bırakabileceğini söyledi. Bundan sonra yeni imparator III.Leon olacaktı.

   Leon dönemi siyasi olaylarına çok fazla değinmeye gerek görmüyorum. Leon hem mali hem de askeri konularda oldukça başarılı bir imparatordu ve İkonoklazma yaşanmasaydı büyük ihtimal saygıyla anılacaktı. Leon’un tahta çıktığı ilk yıllarda ne kadar monofizit olduğu tartışmalıdır. Konstantinopolis kuşatması sırasında Hodegetria Meryem portresini surlar boyunca dolaştırtığı ve halkı böyle motive ettiği rivayet edilir. Bu durum ikonalara karşı duruşunun papazların baskısı sonucu ortaya çıktığını düşündürmektedir.  Artık Leon ikonodüllerin (İkona yücelteneler) Musa’nın Emirlerine karşı geldiklerini düşünüyordu.
  Leon’un resmen ikonoklazmayı başlattığı olay ise tartışmasız Khalke kapısı levhalarının üzerinde ki imparator mozaik ve heykellerin tahrip edilmesidir. Procopius bize bunu; “uzun kemerli bir binaydı. İçi çok renkli mermer levhalarla kaplıydı ve üzerinde Justinianus ve Belisarius’un zaferlerini ve İtalya’da ve Libya’nın çeşitli şehirlerini ele geçirişlerini tasvir eden bir dizi mozaik yer almaktaydı. Ortasını tamamen kaplayan mozaikte imparator ve Theodora’nın önlerinde bağlanmış olarak duran Got ve Vandal Kralları ve her iki yanlarında vakarla dikilen senatoyla birlikte resmedilmişti. Duvarda boylu boyunca kadim imparatorların ; dışardan binaya adını veren muazzan tunçtan kapıların üstünde İsa’nın kocaman, altından bir ikonu yükselmekteydi.” diyerek tarif eder.[3] Bu olaya halk büyük tepki göstermiştir.  Kutsal nesnelere yapılan bu saygısızlık haberi yayıldıkça halk daha çok öfkelendi ve askeri ayaklanmalar baş gösterdi.  Bu hareketten tek memnun olan Doğulu piskoposlar olduğu aşikardı ancak Batılı Papa ve tebaası öfkelerini açıkça ortaya koymuştu. Batıda olaylar o kadar büyümüştü ki Venedikliler kendi imparatorlarını seçip bağımsızlıklarını dahi ilan ettiler.

   Leon kararından hiçbir şekilde geri dönmüyordu. Daha ortada ferman yokken sadece Khalke kapısı üzerinde ki ikonaların yıkılması bile halkı isyana getirmişti ancak Leon yetinmemişti. 3 yıl boyunca hem Doğu hem de Batı piskoposluklarıyla orta yolu bulmaya çalıştı ancak bunu başaramadı. Bunun üzerine 730 yılında ikonalara karşı ilk ve son fermanını çıkardı. Tüm kutsal tasvirler imha edilecek ve karşı çıkanlar cezalandırılacaktı. Doğuda keşişler kutsal ikonaları bir şekilde saklamaya çalışırken, batıda  Papa Gregorius iki mektupla Leon’a tepki gösterdi ve ikona düşmanlığını mahkum etti. Leon 18 Haziran 741’de öldüğünde ardında, Arap düşmanlarına karşı nihayet güven içinde olmakla birlikte, tarihte hiç olmadığı kadar umutsuzca bölünmüş bir imparatorluk bırakacaktı. (NORWICH, John Julius, 2013, s.290)



[3] NORWICH, John Julius, Bizans I Erken Dönem(Çeviri: RİEGEL, Selen Hırçın), s.289, Kabalcı Kitapevi, 2013


 Tahta oğlu Konstantinos Kopronymos’un geçmesi de ikonoklazmanın seyrini değiştirmedi. Konstantin babası gibi monofizitti ve o da ikonalara karşıydı. Ancak Konstantin’in durumu sadece inançla açıklanamaz. Konstantin’in biseksüelliği , sürekli alemler yapması gibi unsurlar ne Ortodoks’lar ne de monofizitler tarafından hoş görülebilinecek mevzular değildir. Ancak bunlara rağmen ikonodüllere karşı oldukça sert bir tutum takındı ve büyük zulümler yaşattı. Bakire Meryem kültünden ve bir ismin önüne getirilen Aziz kelimesinden tiksiniyordu. Leon’un 730’daki kararnamesinin yeterli olmadığına inanan Konstantin, yeni bir konsil toplamak niyetindeydi. Konsil’den çıkacak kararın monofizit düşüncenin aksi olmasını engellemek için sadece kendisine yakın piskoposlukları bu konsile davet etti. 754’de Hiera Saray’ında toplanan konsil ikona karşıtlığı perçinledi ve tasvir yanlısı piskoposlar aforoz edildi. Bu konsilden sonra artık Konstantin ikonodüllerin üzerinde ki baskıları arttıracak gücü kendinde buldu ve tüm çabası ikonaları yok etmek haline geldi.  

   Konstantin ömrünün son yıllarında tamamen Arap istilalarıyla mücadele etti ve dolayısıyla artık ikonoklazma gündemde ikinci sıraya düşmüş vaziyetteydi.  773 ve 775’te ki seferlerinden sonra aniden hastalanıp hayatını kaybetti.  Konstantinos Kopronymos’tan sonra artık İmparatorluğun tüm kontrolü Irene’nin eline geçti. Atina kökenli Irene sağlam bir Ortodoks’tu ve ikona taraftarıydı. Bir çok başarısızlığına rağmen Irene’yle birlikte I.İkonoklazma dönemi sona ermiş oldu.[4]



[4] Irene; 775 – 802, Bizans’ın ilk kadın İmparatoru.. VII. Ökümenik Konsille ikonoklazma kaldırıldı.(787) (Bkz. NORWICH, J.J, Bizans I, s.299 – 301)



3.2 II.İKONOKLAZMA DÖNEMİ

Kiliseyi papazlar ve üstadlara bırak ve devlet işleri ve ordu ile uğraş. Eğer dediğimi yapmaz ve inancımı mahvetmeye yeltenirsen, bil ki bizi doğru yoldan ayırmak için gökten melek bile inse, onun dediğini yapmayız. Hele senin dediğini hiç yapmayız.
Studios Manastırı Başrahibi Theodoros’un İmparator Leon’a sözleri 815[5]
  775’te Konstantinos Kopronymos’un ölümüyle durulan ikonoklazma hareketi V.Leon’un tahta geçmesiyle birlikte yeniden hareketlendi. Doğu’nun monofizit kültüründen nasibini almış, Ermeni asıllı bir imparator olan V.Leon ikona karşıtılığını unutturmaya pekte niyetli değildi. III.Leon fazlasıyla dindar bir adamdı ve onun tasvir karşıtlığı kolayca buna bağlanabilirdi ancak V.Leon dine çok fazla kafa yoran bir adam değildi. V.Leon’un ikonalarla ilgili derdi tamamen siyasiydi ve iç barışı korumaya yönelikti. İşe öncelikle alçak yerlerde ki ikonaları kaldırtarak başladı. 726’da Leon tarafından yıkılan ve Irene döneminde yeniden yaptırılan Khalke kapısını gözüne kestirmişti ve ilk iş tekrar burayı yıktırtmaya çabalamıştı. V.Leon zekice bir şekilde bunu doğrudan yapmamış; sahte bir kargaşa çıkarılmış, insanların ikonalara zarar vermesi sağlanmış ve o da gelip ikonaları kurtarmak için indirilmesini emretmiştir. Bu hareket yeni ikonoklazmanın öncüsü olmuştur.




[5] NORWICH, John Julius, Bizans II Yükseliş Dönemi (Çeviri: RİEGEL, Selen Hırçın), s.32, Kabalcı Kitapevi, 2013
  
  815’in paskalya ayininde kilise meclisi Ayasofya’da toplandı. Pek tabii ki ikona yanlısı piskoposlara davetiye ulaşmadı. Buna rağmen pek olaylı geçen meclis toplantısı sonucunda ikonoklazmayı destekleyen bir dizi kararlar alındı. Bunun üzerine ikonoklazma tekrar tüm imparatorluğa yayıldı. V.Leon ise ikona yanlılarına ciddi bir baskı uygulamadı zira daha önce de değindiğim gibi kendisinin dinle pekte ilgisi yoktu. Mevzu yapan bazı ikona yanlıları göstermelik cezalar almış olsada bunlar toplumun geneline uygulanmadı. Başrahip Theodoros şiddetli muhalefetiyle ön plana çıkıyordu ve göstermelik cezaların en ağırından nasibini aldı. Kendisi üç ayrı hapse atıldı, kırbaçlandı ve sayısız acıya katlanmak zorunda kaldı. İmparatorun bu konuda fikri ise Theodoros’un kendisinin kaşındığıydı. Hem kendisine en sert tepkiyi gösteren oydu hem de ikona yanlılarının başını çekiyordu. Ona karşı uygulanacak her türlü eziyet diğer ikona yanlılarını caydırmaya yeterli olmalıydı. Buna rağmen tepkiler devam etti ancak Leon’un önceliği devlet güvenliği ve asayişti.
  815 kararıyla birlikte ikonoklazma yanlıları iyice zıvanadan çıktı. Hiç bir korku olmadan tüm tasvirleri yakıp yıkıyorlardı. Sanatsal açıdan bakıldığında, yirmi sekiz yılda, bir önce ki yüz yılda 61 yıl süren ikonoklazma dönemine oranla çok daha fazla zarar verilmiştir.[6] 

820 yılına gelindiğinde ise artık V.Leon’un saltanatı sona ermiştir ancak ikonoklazma için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Elleri kanlı bir şekilde tahta çıkan II.Mikhael tıpkı Leon gibi monofizit ve ikonoklasttır. Ancak tahta oturduğu anda yaptığı işlerden biri de Leon’un cezalandırdığı din adamlarını affetmek olmuştur. Michael ikonoklazmayı devam ettirmekten ziyade herkesin belli sınırlar içerisinde kendi inancını yaşamasına odaklanmıştır. Bu durumun getirdiği bir yenilik olarak artık ikona yanlıları ve sanatçılar daha rahattır. İkonoklazma dönemi azalarak son bulma sürecine girmiştir.
  II.Michael’in ölümüyle tahta geçen oğlu Theophillos tahmin edilebileceği gibi babasının da etkisiyle ikonoklasttır. Ancak onun ikonoklastlığı daha çok İslam kültürüyle ilişkilendirilmiştir.   Aslında III.Leon’un da İslam’a çok yakın durduğu ve birebir ilişki içerisinde olduğu düşünülse  de bunların ikonoklazmayla alası çok azdır. Theopilos’un İslamla ilişkisi onun fikirlerini ne ölçüde etkilemiştir bu ayrı bir tartışma konusudur ancak bizim konumuzla fazla ilgili değildir. Şu göz önünde bulundurulmalıdır; monofizit düşünce her daim Doğu’da hakim olmuş bir düşüncedir. Hıristiyanlığın ilk doğduğu günden itibaren destekçisi de olmuştur. Bizans İmparatorluğunda monofizitler, Ortodokslardan sonra en yoğun desteğe sahip mezhep olmuştur. Monofizit düşünceden doğan ikonoklazmanın ortaya çıkışı ise evet tarih bakımından İslamla paralellik gösterse de öncesinde de var olmuş bir fikirdir. Dolayısıyla birebir ikonoklazma ve İslam arasında ilişki kurmak mümkün değildir. Theophilos’un İslam’a hayran bir İmparator olması onun ikonoklastlığının tek geçerli açıklaması olamaz. Doğu kültürüyle yetişmiş ve ikonoklazma kültürüyle büyümüştür.




[6] NORWICH, John Julius, Bizans II Yükseliş Dönemi (Çeviri: RİEGEL, Selen Hırçın), s.36, Kabalcı Kitapevi, 2013


   Theophilos döneminde de ufak tefek cezalandırmalar olsa da ikonalara ciddi manada bir karşı çıkma girişimi olmamıştır. Theophilos’un ikonadüllere tepkisinin asıl sebebi ise otoritesine karşı çıkılmasıdır. Aslında V.Leon’un büyük ölçüde din dışı sebeplerden başlattığı ikonoklazma süreci, Theophilosun din dışı cezalandırmalarıyla son bulmuştur.

   Özellikle II. İkonoklazma dönemi üzerinde dinin etkisinin pekte fazla olmadığı gördük. Bir takım kararlarla veya sert önlemler bitmeyip, bıçak gibi kesilip atılmayıp zaman içinde tükenerek bitmesinin en önemli sebebide budur. İkonoklazmanın başlangıcı Müslümanlara dayanır mı bilemem ancak bitişinin bir diğer sebebi de Müslümanlar olmuştur. Doğuda güçlü olan monofizit düşünce, Müslümanların bu toprakları fethetmesiye Bizans içerisinde gücünü yitirdi. İmparatorluk topraklarında her daim ikonoklastlar var olsa bile bir daha bu denli yıkıcı olamadılar.



3.3 İKONALARIN ZAFERİ

  Theophilos’un ölümüyle iki yaşında ki oğullarının naibesi olan Theodora gücü eline geçirdi. Theodora sıkı bir ikonodüldü ve ikonoklazma izlerini imparatorluktan silmeye kararlıydı. Bunun için derhal eşinin ölümünden yalnızca on dört ay sonra bir konsil toplanmasını emretti. 843 yılında gerçekleşen konsil bir hayli olaysız ve sakin geçti. I. İkonoklazma dönemine son veren VII. Ekümenik Konsil’in kararları aynen onaylandı. 11 Mart günü Ayasofya’da büyük bir şükran ayini düzenlendi ve ikonalar havaya kaldırıldı. Ancak hala ikonoklast düşünce imparatorlukta yaygındı ki bu yüzden hızlı bir ikonolaşma hamlesi yapılmasına izin verilmedi. İkonoklazma’nın sembolü haline gelen Khalke kapısı üzerinde ki İsa figürü yıllar sonra yerine konulabildi. Daha önce aforoz edilen ikonoklast papazlara asla kötü davranılmadı, ikonodül şehitler ödüllendirildi. İkonoklastların tek tesellisi ise heykel sanatının artık gözden düşmesi oldu. Bu dönemden itibaren ikonalar yavaş yavaş gün yüzüne çıktımaya başladı ancak patrikler ve imparatorlar arasında ki mücadele asla bitmeyecekti...


  SONUÇ:

  İkonoklazma ne bir devrin ne de bir imparatorun eseridir. İkonoklazma’nın özünü anlayabilmek sadece tarih bilgisiyle açıklanabilinecek bir mevzu değildir. Dönemin sosyolojik koşulları, insanların psikolojisi, siyaset, ekonomi ve pek tabi ki din ikonoklazmanın bire bir unsurlarıdır. İkonoklazmayı iki tarih arasına sıkıştırmak önemli bir hata olacaktır. Paganizm’in en önemli unsurları olan çeşitli tasvir ve ritüellerin özellikle Roma kültürüyle harmanlanması ve bu yolla Roma’nın doğuda ki uzantısı olan Bizans’a da erişmesi çokta beklenmedik bir durum değildir. Özünü Hıristiyanlık’tan alan Bizans’ta Batı Roma’da başlamış olan Paganimz – Hıristiyanlık sentezinin etkisi altına pek tabi ki girmiştir. Bu yüzden ortaya çıkan Meryem, İsa, Vaftizci Yahya ve Havarilerin tasvirleri kültü daha sonra Azizlere de uygulanmış ve bu şekilde giderek artan bir etkiye sahip olmuştur.

  Maneviyatı oldukça güçlü bir imparatorluk olan Bizans’ın bunları kolayca sahiplenmesi akla yatkındır. Putlaşmaya karşı irili ufaklı sesler çıksada çoğunluk bunları put olarak değil manevi bir arınma aracı, tanrının varlığının simgesi olarak görmüştür. Ancak IV. Ekümenik Konsil’den itibaren Hıristiyan’lıkta iyice cereyan eden ayrılıkçı düşünce özellikle Ortodoks ve monofizit düşüncelerin ağırlık kazanmasına sebebiyet vermiştir. İsa’nın doğası üzerine çıkan ayrılıktan doğan bu iki düşünce zamanla Bizans içersinde mezhepleşmiş, Patriklerin kişisel hırslarıyla harmanlanan fikir mensupları adeta taraftar grupları gibi ayrışmıştır. İmparatorlarında bu düzeneğe alet olması, oldum olası kendilerini dini bir lider olarak görmeleri ve ısrarla bir tarafa mensup olma çabaları ikonodül ve ikonoklast düşüncelerin bir devlet meselesi haline gelmesine sebebiyet vermiştir. Git gide artan gerilim III.Leon İmparatorluğunda artık boyut değiştirmiş, taht kavgasına dönüşmüştür. Doğu’nun maneviyatını arkasına alan monofizitler bu dönemle birlikte Batı’nın Pagan etkisini soyutlamış ve ikonaları tamamen putlaştırmışlardı. Bununla birlikte artık ikonalar devletin en önemli meselesi olmuştur ve yok edilmeleri gerekmiştir. III.Leon’un tutumu birebir dinle ilişkilendirilebilir hatta I. İkonoklazma dönemini neredeyse tamamen dini sebeplidir diyebiliriz. V.Leon’la birlikte gelişen II. İkonoklazma dönemi ise büyük ölçüde siyasi boyutludur. Hem İmparatorlukta güçlenen tarafı tutup gücünü arttırmak adına hem de zaten arkadan esen rüzgarı karşıya almamak adına ikonoklast düşünce tekrardan dillendirilmiştir. Ancak Theophilos’la birlikte artık rüzgar dinmeye başladığında fikirler de erimiş, ikonoklazma kendiğinden ortadan kalkmaya yüz tutmuştur.

  İkonaların tekrar ortaya çıkışı Ortodoksların monofizitlere, Paganizm’in İslamiyet ve Yahudiliğe, Batı’nın Doğu’ya karşı zaferi olmuştur. İkonoklazmanın derdinin sanat veya sanatçıyla değil, putla olduğunu her daim göz önünde bulundurmak gerekir.. 

                                          KAYNAKÇA:


1- SİVRİOĞLU Töre, ‘’Bizans Devletinde Kilise – Devlet Çatışmasının Toplumsal Nedenleri  ve Tarafları’’, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, S.18, s.64 – 75, 2012.

2- ATİYA Aziz, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, (Çeviren:Nurettin Hiçyılmaz), Doz Yayınları, İstanbul 2005.

3- ÇOBAN, Bekir Zakir, ‘’Bizans İkonoklazmının Nedenleri ve İslam Etkisi Tartışması’’, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, S. 4, s. 118 – 145, 2008.

4- GREGORY, Timothy E. Bizans Tarihi, (Çeviren Esra Ermert), YKY Yayınları, İstanbul, 2008.

5- LEVTCHENKO, M. V. , Bizans Tarihi, (Çeviren Maide Selen), Doruk Yayımcılık, İstanbul, 2007.

6- NORWICH, John Julius, Bizans II Yükseliş Dönemi (Çeviri: RİEGEL, Selen Hırçın) , Kabalcı Kitapevi, 2013.

7- NORWICH, John Julius, Bizans I Erken Dönem(Çeviri: RİEGEL, Selen Hırçın), Kabalcı Kitapevi, 2013.

8-On Emir,  http://tr.wikipedia.org/wiki/On_Emir adresinden alındı.






YAZAR: Legatus Legionis













ARTUKLU CAMİLERİ (Lisans- DERS NOTU)

Artuklu Beyliği Kısa Tarihçe

    Artuklular Anadolu’ da en son kurulan ve en son yıkılan beyliktir. B. Selçuklu sultanı Melikşah ile Artuk Bey arasındaki anlaşmazlıktan dolayı 1071li yıllarda Artuklular Anadolu’yu terk edip Suriye’ye geçmişlerdir. Bu dönemde Kudüs çevresinde hakimiyet kurarlar. Daha sonra Kudüs'ü haçlılara kaptırırlar. Ardından G. doğu Anadolu’ya gelirler Göçebe bir yaşam tarzındaydılar. Anadolu'da ilk Mardin'e yerleşirler. Daha sonra Silvan ve Harput'u ele geçirirler. Hasankeyf’i de aldıklarında 12. yy 2. yarısında güçlenirler. Fakat birlikten yoksun 3 kol halinde hüküm sürerler. Ardından ellerinde Mardin kalır Mardin 3 koldan en güçlü olan koldur. En çok eseri Mardin ve Hasankeyf te vermişler. Hasankeyfte yaptıkları imar anlayışı daha sonra gelen Eyyübiler döneminde de aynen devam eder.

Artuklu Mimarisi'nde Görülen Özgü Bazı Özellikler:

 Artuklu mimarisi diğer beyliklerden farklıdır. Sanatlarında Suriye Bölgesi etkileri görülür. Mimari yapılarında çapraz tonoz kullanımı yaygındır. 
Yapı malzemesi genellikle düzgün kesme taştır. Dilimli kubbeyi tercih etmişlerdir(Suriye etkisi), ÇOK DESTEKLİ, ENİNE DİKDÖRTGEN PLANLI CAMİ TİPİ yayın olarak uygunlanmıştır. (Erken İslam dönemi etkisi) Bu etkilere rağmen Türk mimarisi etkileri de  vardır. MİHRAP ÖNÜ KUBBESİNİ GELİŞTİRMİŞLERDİR. Tromp geçiş ögesini tercih etmişlerdir. YOĞUN ÇİNİ SÜSLEMELİ yapıları mevcuttur. Artuklular Selçuklular ve Anadolu'da diğer Türk beylikleri yapılarındaki gibi eyvan formunu pek fazla benimsemeyip daha çok kubbe boyutlarında artışa giderek kubbenin mekana hakim merkezi bir plan oluşturmak için denemelerde bulnumuşlardır. Nitekim mihrap önü kubbesini geliştirmişlerdir.


                            ARTUKLU CAMİLERİ





HARPUT ULU CAMİİ: 1156 da hükümdar Fahreddin Karaaslan tarafından yaptırılmış cami PLAN OLARAK B. SELCUKLULARIN İRANDAKİ CAMİLERİNE benzerdir. Boyuna dikdörtgen planlı ortada açık bir iç avlu bulunur. 4 yönden revaklarla çevrili. Güneyde mihraba paralel 2 sahın mihrap önü küçük kubbe ile örtülü. Mihrap önü kubbesinin kuzeyinde aynalı tonozla örtülü bunların iki yanı beşik tonozla örtülü. Transept sahın kullanılmış. Revaklı bölümde beşik tonozla örtülü. Batı duvarının kuzeyinde iç mekana taşkın minare var. Plan olarak Malatya Ulu camiye benzer. Harim enine dikdörtgen planlı( kafan karışmasın harimi enine dikdörtgen cami tamamen boyuna dikdörtgen ama) Beden duvarları moloz taşla yapılmış Minare tuğla ile. Kare kaide üzerine oturur minare gövdesi ORTA ASYADAKİ GİBİ tuğlaların farklı dizilişiyle süsleme kuşakları ile bölümlere ayrılır. Yer yer sırlı tuğla da yer alır. Mihrabiyeler DİLİMLİ kavsaralı. Kubbeye geçiş sahte mukarnaslarla sağlanmıştır.


                                        (Harput Ulu Camii )

                                             
                                                ( Harput Ulu Camii, harim mekanı)


SİLVAN (MEYYAFARKİN) ULU CAMİİ: 1152-1157 yılları arasında hükümdar Necmettin Alpi tarafından yaptırılmış daha sonra Eyyübiler tarafından onarılmış. Diyarbakır'ın Silvan ilçesindedir. MİHRAP ÖNÜ OLGUSU ARTUKLULARLA GELİŞMİŞTİR. Artuklular eyvan mimarisinde ısrar etmemiş. Kubbe büyütülmüş. Mihraba paralel 4 sahınlı mihrap önü kubbesi 3 sahnı kaplayacak büyüklüktedir. Tromp geçişlidir. Sahınlar beşiktonozla örtülü. SURİYE MİMARİSİ ETKİSİYLE KUZEYDE İKİ GİRİŞ KAPISI YER ALIR. Transept planlıdır.  1911 tarihinde güney cepheye  bir kapı yapılır.  Mihrap duvarını desteklemek için bu cephe duvar payandalarıyla desteklenmiş.  Bu payandalardan ortadakinin üstü kubbe ile örtülüdür. İki yandaki payandalar DİLİMLİ KUBBE ile örtülüdür. Kuzey cephe duvarının üstünde niş sıraları yer alır. ( Suriye etkisi) Kubbe geçişindeki tromplar (B. Selçuklu etkisi) Yapıda 3 mihrap yer alır. Ortadaki ana mihraptır.


(Silvan Ulu Camii Kuzey Cephesinden Görünüm)


(Silvan Ulu Camii Planı)

MARDİN ULU CAMİİ: 12. yy sonlarında yapılmıştır. 16 tane kitabe olmasına rağmen hiç biri inşa kitabesi değildir. 1176 da tamamlanmış. Akkoyunlu devletine kadar ve sonrasında pek çok onarım geçirmiş. Harim enine dikdörtgen planlı mihraba paralel 3 sahınlı mihrap önü kubbeli 10 m çapında. Kuzeyde büyük bir avlu yer alır. 3 yönden revaklarla çevrilidir. Bir İÇ AVLU niteliğindedir. Avlunun köşelerinde minare yer alır. Daha sonra bu gelenek devam etmiştir. Kubbesi DIŞTAN DİLİMLİ, mihrap bölümü duvar payandalarıyla desteklenmiş  Payandalar hareketlendirilmiştir. Kubbe tromp geçişlidir.



(Mardin Ulu Camii Planı)


(Mardin Ulu Camii Minaresi)


KIZILTEPE(DUNAYSIR)ULU CAMİİ: Mardin Kızıltepededir. 1200-1204 tarihlidir. Yavlak Arslan tarafından yaptırılmış, enine dikdörtgen planlı mihraba paralel 3 sahınlı. mihrap önü kubbesi 2 sahnı kaplayacak büyüklüktedir. Yapının kuzeyinde 3 yönden revakla çevrili İÇ AVLU vardır. Kuzey doğu ve Kuzey batı köşelerde minare bulunur. Kuzey bölümdeki girişte 7 kapı bulunur. (Suriye etkisi. Sıcak iklimden dolayı kapı ve pencere sayılarında artış görülür.) Giriş kapısı DİLİMLİ KEMERLİdir ki bu da Suriye bölgesi geleneğidir. Beden duvarları payandalarla desteklenmiştir. Giriş kapıları düğüm motifleriyle hareketlendirilmiş. İki renkli taş malzeme kullanılmış. Mihrabı da DİLİMLİ KEMERLİdir. Kubbeye geçiş dilimli tromplarla sağlanmıştır.






(Kızıltepe(Dunaysır) Ulu Camii Mihrabı


Kızıltepe(Dunaysır) Ulu Camii Kuzey Cepheden Görünüm.

Kızıltepe(Dunaysır) Ulu Camii Planı











KLASİK OSMANLI MİMARİSİNDE MİMAR SİNAN CAMİLERİ: KOCAELİ İLİNDEN ÖRNEKLER

  GİRİŞ:



  Klasik Osmanlı Mimarisi Mimar Sinan dönemi olarak da adlandırılır. Çünkü Osmanlı Mimarisi en yüksek seviyesine Mimar Sinan tarafından ulaştırılmıştır. 1539’dan 16. yüzyılın sonuna kadar Osmanlı mimarisine damgasını vuran Mimar Sinan eserlerinde çeşitli plan ve taşıyıcı sistemler kullanmıştır. Sinan’ın eserlerinde elemanların strüktürel ahengi silüete de yansımaktadır. Büyük külliye kompozisyonları ile Türk şehircilik anlayışına büyük katkılar sağlamış, şehir siluetlerine önemli çizgiler kazandırmıştır.Arazi eğimlerini bir engel olarak görmeyip tasarıma katkıda bulunan bir unsur haline getirerek yerleşme düzenine yenilikler getirmiştir.(Akan, Çakıcı, 2005)


 Osmanlı’da bir klasik dönemden bahsedebiliyorsak bu Sinan ile mümkün olmuştur. Yüzyıllık yaşamının neredeyse yarım asrı geçen araştırma, mimari olgunluk çabaları ve ortaya koyduğu somut örnekler onun Osmanlı Mimarisi'nde mihenk taşı olmasına nedendir. Sinan gerek İstanbul’da gerekse de Anadolu’nun ve Balkanların dört bir yanında eserler vermiştir. Bunlardan birisi de Kocaeli'dir.


Mimar Sinan Hakkında:


Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde doğan Abdülmennan oğlu Sinan’ın doğum tarihi  kesin olarak bilinmiyor, ancak 1489 olabileceği hususundaki görüşler yoğunlukta. Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak toplanan gençler
arasında Yeniçeri Ocağı’na alınan Sinan, sırasıyla acemi oğlan, yeniçeri, atlı sekban, yaya başı (bölük komutanı), zemberekçi başı ve haseki unvanlarıyla Yeniçeri Ocağı’nın en büyük subaylarından biri olmuştur. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman ile birçok sefere katılan Sinan’ın askerlik alanındaki bu yükselişi askerlik yönünden çok, sergilediği ustalık başarı- sına bağlanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş topraklara sahip olduğu dönemde yaşayan Mimar Sinan, 1539’da Mimarbaşı Acem Ali adıyla tanınan Alaeddin’in vefatı üzerine, mimarbaşılığa atanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde mimarbaşı olarak görev yapmış, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanmasında ve uygulanmasında büyük rol oynamıştır. 1588’de vefat eden Sinan, Osmanlı döneminde çok sayıda cami inşa etmiş olmakla birlikte mescit, medrese, darülkurra, türbe, imaret, darüşşifa, su yolları, köprü, kervansaray, saray, mahzen ve hamam olmak üzere birçok eser vermiştir. Ancak onun en büyük arzusu, cemaati gök kubbe gibi büyük bir kubbe altında toplayan, mekân birliği tam, aydınlık ve ferah bir cami inşa etmek olmuştur. 1

  Sinan ilk külliyesi 1539 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Haseki Hürrem Sultan adına yapmıştır. Bu tarihten itibaren birbiri ardına izleyen külliyeler başta olmak üzere birçok yapının mimarı olmuştur.Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde yalnızca mimar başı olmakla kalmayıp aynı zamanda İstanbul’un imarında da büyük görevler üstlenmiştir. Mimar Sinan’ın görevi bununla da sınırlı kalmayıp aynı zamanda imparatorluğun fethettiği ve elinde bulundurduğu vilayetlerde de yapı faaliyetlerini sürdürmüştür.


. 1 Bknz: BENİAN, Esin, ''Mimar Sinan ve Osmanlı Cami Mimarisinin Gelişimindeki Rolü''. Bilim ve Teknik, Ocak 2011, S.519







      Geçmişten Günümüze Kocaeli


    Bizans döneminde Nicomedia ismiyle imparatorluğun en önem şehirlerinden birisi olan, 11. yyda Selçuklu’nun kısa bir süre eline geçirip tekrardan Bizans’ın eline kaptırdığı bir şehirdir. Bizans döneminde de önemli yapı faaliyetlerinin uygulandığı bilinse de Konstantinapolis gibi günümüzde şehrin altında olması nedeniyle kazı olanağı mümkün olmamıştır. Antik kaynaklarda da sıkça adı geçen Nicomedia, Türklerin hakimiyetine geçmesiyle birlikte İslamlaşma faaliyetlerinin önemli merkezlerinden biri olmuştur. İzmit’te Bizans’tan kalma su kemerinin M.S. 2.nci yüzyılda imparator Trajan döneminde Nicomadia valisi Plinius tarafından yaptırıldığını antik kaynaklardan öğrenmekteyiz. 

    Osmanlı İmparatorluğu döneminde adı İzmid, İsmit, gibi anılmıştır. Çünkü bölgede hala daha yaşayan bir sürü Rum ve Ermeni yaşamaktaydı. Bugün bile örnekleri verilecek olan Pertev Paşa Camii ve Fevziye Camii yakınlarında ayakta kalmayı başaran Rum konut yapıları mevcuttur.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra adı Kocaeli olan, il sınırlarında bulunan Gebze ilçesi de antik kaynaklarda Libyssa adı ile geçmektedir. Ünlü Kartacalı komutanı Hannibal’ın yurdu olarak da bilinen Gebze ilçesi, Erken Dönem Osmanlı Mimarisi örnekleri yanı sıra Klasik Osmanlı dönemi ürünlerini de barındıran kültür şehirlerinden birisi olmuştur. 1323 -1331 arasında yapıldığı düşünülen Gebze Orhan Camii, (Res.1) tek kubbeli kare planlı, Anadolu Selçukluların tek kubbeli kare planlı mescitlerinin etkisinde yeni bir anlayışa sahip, sade erken dönem örneğidir. Orhan Gazi tarafından yaptırılmıştır. Sultan Orhan Camii’nin 400 metre kadar kuzey doğusunda 1326 tarihli İlyas Bey Camii bulunmaktaydı. Bazı araştırmacılar bu caminin Osmanlılardan kalan ilk cami olduğunu söylese de bu sadece savdan ibarettir. Osmanlılardan kalma en erken tarihli camii, İznik Hacı Özbek Camiidir. İlyas Bey Camii kubbesiz bir yapıydı. Tarih boyunca pek çok kez tahrip olan yapı günümüzde aynı adla tekrardan modern bir görünümde yapılmışsa da orijinal plana sadık kalındığı söylenemez.


   Gebze ‘de Hünkar Çayırı adıyla anılan bir mevkii de tarihsel önemi açısından önemlidir. Fatih Sultan Mehmet’in 27 Nisan 1481 Cuma günü İtalya üzerine yapılacak sefer için ordusuyla İzmit’e giderken ordu burada mola vermiştir. 3 Mayıs 1481 yılında burada vefat etmiştir.Hünkarın anısına bir çeşme yapılmıştır.
Osman Hamdi Bey Türkiye’de arkeolojinin, eski eserlerin koruyucusu, koleksiyoncusu olarak önemli bir şahsiyettir. Aynı zamanda ressam ve mimarlıkla uğraşan Hamdi Bey 1884 yılında planını kendisinin çizdiği bir yalı yapmıştır. Günümüzde müze olarak kullanılmaktadır.. 2











 Kocaeli’nde Mimar Sinan eseri örnekleri:


Çoban Mustafa Paşa Külliyesi: 

    Kocaeli ili Gebze ilçesinde bulunur. Kanuni dönemimde yapılmış en büyük ve geniş programlı külliyedir.(Çizim1) İçerisinde cami, imaret, medrese, kütüphane, türbe, dergah, kervansaray ve paşa odaları bulunur. 117x 106m ölçülere sahiptir. (Res.2)

    Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Hafza Sultan ile evli olan Çoban Mustafa Paşa tarafından 1510 yılında yaptırılmaya başlanmıştır. Mimarı konusunda tartışmalar bulunur. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini tutan Tuhfetü’l Mimarin’de cami, imaret ve medresenin mimarı olarak Mimar Sinan ismi geçer. Fakat Evliye Çelebi yazısında  “Bu camiyi Süleymaniye Cami-i Şerifi’ni yapan Koca Mimar Sinan’ın baş halifesi Hüssam Kalfa büyük bir maharet ve üstatlıkla yapıp, şirin ve ince fenlerinde büyük sanatını göstermiştir” demiştir. Cami ve medrese kapıları üzerinde 1523-24 tarihleri yazması ve Mimar Sinan’ın o tarihlerde Rodos Seferi’nde bulunması bu külliyenin tam anlamıyla Mimar Sinan’a ait olmadığı, planını çizdiği düşüncesini oluşturuyor. 


    Cami, düzgün kesme taş ve tuğla ile yapılmış olup yapılar topluluğunun merkezinde, 14.55 x 14.55 m kare planlı ve tek kubbe ile örtülüdür.(Res.3) 24 metre yüksekliğindeki kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır.(Res.4) Trompların içi istiridye kabuğu gibi yivlenmiştir ki bu özellik Memlük üslubunu andırır. Cami, Klasik Osmanlı Mimarisinin özgün örneklerindendir. Duvar ile kubbe arasında dört köşede mukarnas dolgularla hareketlendirme sağlanmıştır. 

     Cami içinde her duvarda dörder, kasnakta da sekiz olmak üzere 24 pencere bulunur. Camiye baktığımızda gerek tromp gibi mimari elemanlarda gerekse de bu mimari elemanlara bağlı süslemelerde Memlük etkisi göze çarpar.  Çoban Mustafa Paşa’nın Mısır ile olan ilişkileri  yapınnın mimarisine ve süslemesine etkilere neden olmuştur. Caminin giriş kapısındaki(Res.5) kitabede sülüs yazıyla:

“Bu Allah’ın halifesi Sultan Süleyman han bin Sultan Selim Han, Allah hayatını, saltanatını ebedi kılsın. Bu ikisinin veziri bina ve inşaatın sahibi Mustafa Paşa tarafından tamir edilmiş bir imarettir. Güzellik ve parlaklık sahibi olduğundan tarihi hayren hasena 930 (1523)”. yazmaktadır. 

      Caminin mihrabı beş köşeli, mermer bir niş şeklinde olup, mukarnaslarla son bulur. Ayrıca mukarnaslardan oluşmuş bir bordür mihrabı çepeçevre kuşatmıştır. Mihrabın üçgen alınlıklarında yer yer yıldızlara yer verilmiş, çokgenler ve zincirlerden oluşmuş motifler kompozisyonu tamamlamıştır. (Res.6) Mihrap nişindeki kufi levhalar buraya ayrı bir görünüm kazandırmıştır. Mihrap nişindeki bezeme, dışındaki ince bordür ve üçgen boşluklar siyah renkte macunla doldurulmuş ve böylece farklı bir görünüm elde edilmiştir. Mihrabın sağında yer alan minber, mermerden yapılmış, yan korkulukları geometrik geçmelerle bezenmiştir.(Res.7)

   Yapının bir önemli özelliği de muhteşem ahşap işçiliğidir. Kapı ve pencere kanatlarında kakma tekniğinde motiflere ve kompozisyonlara yer verilmiştir ki burada da Memlük etkileri görülmektedir. (Res.8) Caminin girişi önünde beş kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Buradaki mukarnas başlıklı altı porfir sütun sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Ortadaki bölüm diğerlerinden daha yüksek tutulmuş ve camiye giriş daha görkemli bir hale getirilmiştir. Caminin son cemaat yerine açılan pencerelerindeki kiremit renkli mermer söveler, kûfi yazılar ve duvar panoları Memluklu sanatının etkisini açıkça göstermektedir.(Res.9) Caminin minaresi XVI.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli olup,şerefesinin altı mukarnas ile kaplıdır. (Res. 10) 

  Yapı topluluğunun arkasında, mihrap yönünde ve ikinci avlunun ortasında bulunan 
Çoban Mustafa Paşa, türbesine öldükten sonra gömülmüştür. 3



    Pertev Paşa Camii (Yenicuma) Ve Külliyesi:


    Padişah II. Selim'in 2. veziri Pertev Mehmet Paşa adına, ölümünden sonra vasiyeti üzerine kethüdası Sinan ağa tarafından yaptırılmış ve cami kitabesine göre miladi 1579 ( Hicri: 987) yılında tamamlanmıştır. Camii ile birlikte sübyan mektebi ve hamam kalıntısı ayakta durmaktadır. Cami ve külliye Mimar Sinan'ın eserleridir.(Çizim2) Külliyeden yalnızca cami ve çeşme özelliklerini koruyarak günümüze gelmiştir. Sübyan mektebi onarımlar sonucu özgün şeklini tamamen yitirmiş, hamam ise harabe halinde temel kalıntıları ve sıcaklığının bir kısmı korunmaktadır.(Res.11)

  Pertev Mehmet Paşa Külliyesi, vasiyeti uyarınca Kethüdası Sinan Ağa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Paşa’nın ölümünden sonra 1572’de caminin temelleri atılmış, yapı topluluğu 1579’da tamamlanmıştır.(Res.12) Külliye moloz taştan üzeri harpuştalı ve pencereli bir avlu duvarı ile çevrelenmiştir. Üç ayrı girişi olan avlu kapılarından kervansarayın bulunduğu yöne “Cami-i Şerifi Pertev Paşa sene 987 (1579)” kitabesi yerleştirilmiştir. Külliyenin avlusu iki kısımdan meydana gelmiştir. Bunlardan bir tanesi son cemaat yerinin önünde, diğeri de mihrap yönündedir. Her iki avlu birbirlerinden bir duvar ile ayrılmıştır.Mihrap yönündeki avlu Çoban Mustafa Paşa’dan gelen bir gelenek olarak düşünülebilir.

  Yapı topluluğunun merkezinde bulunan cami,(Res.13) kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbeye geçişi sağlayan tromplar caminin dışında, üst örtüsünde kendini açıkça belli etmektedir. Merkezi kubbe yarım kubbelerle takviye edilmiştir. Kubbe kasnağını çepeçevre kuşatan 24 adet ve yan duvarlarda ise mihrap duvarında dörderden 12, ikisi son cemaat yerine bakan toplam 14 pencere ile ibadet mekanı son derece güzel biçimde aydınlatılmıştır. İbadet mekanında çiniye yer verilmeyişi, o dönem yapıları içerisinde karşılaşılmayan bir örnektir.(Res.14) Caminin pencere aralarında yazı ve kalem işleri bulunmaktadır. Bu kalem işlerinde hatayi ve rumilere geniş yer verilmiştir. Camideki mermer işlerinin yanı sıra ahşap işçiliği(Res.15) de ileri bir düzeydedir.

Mermer mihrap ve minberi geometrik bezemelerle kaplıdır. Bunların üzerindeki mukarnaslar ve geometrik bezeme son derece güzel işlenmiş olup, diğer Osmanlı minberlerinde karşılaşılmayacak kadar farklı ve ince bir işçilik göstermektedir.

Külliye de ayrıca hamam , imaret, kervansaray vardı. Fakat günümüze hamam kalıntısı ile planı bozulmuş sübyan mektebi(Res.16) gelebilmiştir. 


   Defterdar Abdüsselam (imaret) Camii: 

    Miladi 1524 ( Hicri 931) yılında Defterdar Abdülselam tarafından Mimar Sinan' a yaptırılmıştır. Miladi 1872 ( Hicri 1239) yılında onarım görmüştür. Mimar Sinan'ın ilk yapıtlarından olması özeliği olup; Caminin dış çevre duvarları ile minaresi ilk kurulduğu dönemin özelliğini taşımaktadır. Zamanında kubbeli olarak yapıldığı fakat 1776 yılındaki depremde yıkılmış olup; 1872 yılında Altıncıoğlu Hatice hanım tarafından çatılı olarak yaptırılmıştır. Bunu belirten bir kitabe caminin giriş kapısı üzerindedir. 

  Kitabe: “İş bu İmaret Cami-i Şerifinin banisi Defterdar-ı Esbak Abdüsselam Bey Efendi Hazretlerinin sülale-i tahirelerinden El Hac Seyyid İsmail Zülkefil Bey’in halile-i muhteremesi Delail-i Şerif mezunesi merhume ve Makfurliha Hadice Firdevs Hanım ruhu için rızaen l’illah el Fatiha fi sene Zilhicce-tış Şerife fi 23 yevm-3 Cuma.”

  İzmit Kemal Paşa mahallesinde bulunan bu yapı günümüzde tamamen yeniden yapılmıştır. Mahalle ölçeğinde hizmet verdiği için Çoban Mustafa Paşa ve Pertev Paşa Camileri’nden daha küçük boyutta planlanmıştır. Ahşap ve kağir malzemeler caminin yapı malzemelerini oluşturur. Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre burası bir tekke camisidir. 1925 yılında Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile tekke işlevini yitirip cami olarak kullanmıştır. Günümüzde hala ibadete açıktır. Haziresinde tarikat mensubu üç kişi yatmaktadırlar. (Res.17)


    Fevziye Camii:


  Kocaeli Kemalpaşa Mahallesi, Hürriyet Caddesi üzerindeki bu cami XVI.yüzyılda İzmitli Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. İlk yapımında Mimar Sinan'ın eseri olan bu cami, 1776 depreminde yıkılmıştır. Sultan II. Mahmut zamanında Kaptan-ı Derya Firari Ahmet Paşa tarafından yeniden yaptırılmıştır. Cami 1894 depreminde bir kez daha yıkılmış ve yalnızca minaresi günümüze gelebilmiştir.

 Caminin Klasik mimari özelliğini kaybetmesine tarih boyunca geçirmiş olduğu 5 onarım sebep olmuştur. Yine bu cami de Defterdar Abdüsselam Camii gibi büyük programlı tasarlanmayıp mahalle ölçeğinde hizmet vermiştir. En son 2004 yılında Bursa Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla onarılarak bugünkü halini almıştır.

  Cami boyuna dikdörtgen planlı olup merkezi bir kubbeye sahiptir. Kubbeye geçiş pandantifle sağlanmıştır. Yapı dıştan kırma çatı ile örtülüdür. Camide sade bir mihrap, ahşap bir minber bulunur. Camide çok sayıda vitraylı pencere yer almasından dolayı oldukça ferah ve aydınlık bir havaya sahiptir. (Res.18)


      SONUÇ: 

    Mimar Sinan’ın Kocaeli ilinde direkt veyahut dolaylı yoldan yapımına katkı sağladığı camilerin, bulunduğu yerleşim yerlerinin ölçeğine paralel olarak  tasarlandığı görülür. 

  Mimar Sinan , kendi eserleri olan başkent İstanbul’daki Süleymaniye, Şehzade ve Mihrimah Sultan Camileri; Edirne’deki Selimiye Camii'ne nazaran daha küçük boyutlu fakat mimari olgunluk anlamında geri kalır yanı olmayan, merkezi planlı yapılarıyla dikkat çekmektedir. Gerek mimarlığının ilk yapılarından olan Abdüsselam Cami’nde gerekse de son yapılarından olan Pertev Paşa Cami’nde Kocaeli’ne çok büyük değerler katmıştır.

  Bu bölgede Çoban Mustafa Paşa Cami’nde görülen arka avlu uygulaması daha sonraki yıllarda Pertev Paşa Cami’nde de görülmüştür.

  Çoban Mustafa Paşa Camii’nin mimari ve süslemede Memlüklülerden etkilendiği, bu etkinin caminin banisi Çoban Mustafa Paşa’nın Mısır ilişkileriyle alakalı olduğu düşünülmektedir. Ayrıca cami ve türbesindeki kapı ve pencerelerin Mısırdan getirildiği de söylenmektedir. 

   Pertev Paşa Cami’nde klasik örneklere karşın çini süslemelere yer verilmemesi dikkat çeker.

  Çoban Mustafa Paşa, Pertev Paşa Camileri gibi şehir ölçeğinde hizmet veren, birden fazla yapılar topluluğuna sahip külliyeler dışında; haziresinde tekke şeyhleri yatan Defterdar Abdüsselam Camii gibi, mahalle ölçeğinde hizmet veren Fevziye Camii de görülmektedir. Bu küçük çaplı yapıların gerek onarımlarla gerekse de yetersiz bakım sebebiyle özgün planından koptuğu da düşünülebilir.
Yapıların olgun mimarilerinin yanı sıra süsleme programı açısından da eşsiz örneklere sahiptir. Mermer, taş, ahşap ve tuğla yapı hem yapı malzemesi hem de süsleme malzemesi olarak kullanılmıştır. Bizans dönemi devşirme malzemeler de kullanılmıştır.

 Mimar Sinan, bir taraftan Karahanlılar’dan beri süregelen, Anadolu Selçuklu mescitleri ile bir atılım gerçekleştiren Türk Mimarisi’nde namaz kılan cemaati bir çatı altında toplayacak merkezi planlı tek kubbeli planı gerçekleştirirken diğer taraftan devasa kubbeyi taşıyan Çoban Mustafa Paşa ve Pertev Paşa Camii gibi yapılarda pencere sayısını artırmak suretiyle mekan aydınlığını da hesaba katarak mimaride hem tekniğe hem  estetiğe hem de ferahlığa katkı sağlamıştır.

                                                   KAYNAKÇA


1.     ER AKAN, A., ÇAKICI, F.Z.,Klasik Osmanlı Mimarisinde Minarelerin Cami Mimarisine Etkileri: Sinan Minarelerinin Şehir Siluetindeki Yeri. Ş. Ercebeci.(Ed). 6th International Turkish Culture Congress, November 21-26 Kasım 2005 Ankara.

2.     DOĞAN, Tuncer.(2013). ''Osmanlı Cami Mimarisi'nde Aydınlatma Düzenleri Açısından Gelişim( 14.- 17 YÜZYIL )''. YYÜ Eğitim Fakültesi Dergisi, C.10, S.1,295-320.
3.     Özer, B. “Cami Mimarisinde Çoğulculuğun Temsilcisi Olarak Mimar Sinan”, Yapı. S.75, s. 27-52, Ekim 1987.

4.     Tolga. (2010,13 Mayıs). Osmanlı Sanatı. 22 Mart 2015 tarihinde  http://tolgabey.blogspot.com.tr/2010/05/sanat-tarihi-ders-notlar.html adresinden erişildi.
5.     BENİAN, Esin, ''Mimar Sinan ve Osmanlı Cami Mimarisinin Gelişimindeki Rolü''. Bilim ve Teknik, Ocak 2011, S.519
6.    YAMAN, Hüseyin, (2011, 14 Şubat). Kocaeli Külliyeleri. 22 Mart 2015 tarihinde http://hsnymn.blogcu.com/kocaeli-kulliyeleri-pertev-mehmet-pasa-kulliyesi-coban-mustafa-p/9306449 adresinden erişildi.
7.     ÇETİNKAYA, H.S.(2006). '' Kütüphane Mimarisinin İki Önemli Eseri: Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi Kütüphanesi; Edirne Selimiye Camii Kütüphanesi ''. Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Dergisi, C.1, S.18, 21-43


                                                 EKLER




                                        (Resim 1) Gebze Orhan Camii
                 (Resim2) Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi Genel Görünüm

                         (Resim3) Gebze Çoban Mustafa Paşa Camii.
     (Resim4)Çoban Mustafa Paşa Camii, İstiridye yivli tromp geçiş öğesi.
               (Resim5) Çoban Mustafa Paşa Camii giriş kapısı ve kitabesi.

                       (Resim6) Çoban Mustafa Paşa Camii Mihrabı

                         (Resim7) Çoban Mustafa Paşa Camii Minberi

    (Resim8) Çoban Mustafa Paşa Camii pencere kanadı, kakma tekniği.


(Resim9) Çoban Mustafa Paşa Camii son cemaat yeri mihrabiyesi ve süslemeleri.

                        (Resim10) Çoban Mustafa Paşa Camii Minaresi

                      (Resim11) Pertev Paşa Külliyesi Genel Görünüm.


                                (Resim12) Pertev Paşa Camii Harim mekanı.

                            (Resim13) Pertev Paşa Camii Kuzeydoğudan görünüm.

  (Resim14) Pertev Paşa Camii iç mekanda klasik çağdaşlarının aksine çini süslemeye    yer verilmemiş olması ve iç mekanın aydınlığını sağlayan pencereler.

                      (Resim15) Pertev Paşa Camii ahşap işçiliği, kapı kanadı.



  (Resim16) Pertev Paşa Külliyesinden kalan özgün planı bozulmuş sübyan mektebi.
                              (Resim17) Defterdar Abdüsselam(imaret) Camii



                                            (Resim18) Fevziye Camii